6 Eylül 2013 Cuma

Sahi neydi röportaj?

Şimdilerde soru-cevap konuşmaya röportaj deniliyor. Oysa bunun adı söyleşi. Röportaj ise edebiyatla gazeteciliğin harmanlandığı bir yazı türü. Peki, günümüzde neden röportajlar yok? Son günlerde bu sorunun sık sık dillendirildiğini görünce, Yaşar Kemal ile röportaj üzerine yaptığım tez görüşmesi aklıma geldi. Röportaj hakkında anlattıkları tez dosyasında kalsın istemedim. İznini alarak paylaşayım dedim

Röportaj: Damla Kayayerli 
03.03.2013-Sabah Gazetesi 


Bir cumartesi günü yola koyuluyorum. İstanbul Boğazı'na nazır bir binanın önündeyim. Uzadıkça uzayan bir merdiven selamlıyor beni. Heyecanlıyım, Yaşar Kemal ile aynı havayı teneffüs etmenin heyecanı bu. İkinci kata çıkıyorum, resimler giriş duvarını süslüyor; doğa resimleri bunlar. Tam Yaşar Kemallik! Kapıyı çalıyorum, açılıyor; Ayşe Hanım (Yaşar Kemal'in eşi) odaya buyur ediyor, giriyorum. Yaşar Kemal masasına kurulmuş, elinde kurşun kalemi bir şeyler karalıyor. "Hoş geldin!" "Hoş bulduk Yaşar Bey!" der demez elini uzatıyor. Öpmek istiyorum, çünkü cümleleriyle üzerimde emeği olduğunu düşünüyorum. Ama o öptürmüyor. Hep merak ederdim çalışma masasını. Bu yüzden gözüm masaya kayıyor. Masanın üstünde o kadar çok kurşun kalem var ki, 86 yıllık yaşamında yazdığı kitaplar kadar. Romanlarını burada yazıyormuş. Kütüphanesi de hemen arkasında; yüzlerce kitap sıra sıra dizilmiş. Aklıma anılarını yazdığı kitapta okuduğum, çocukluğunda çalıştığı kütüphane geliyor; 3 bin 500 kitaplı kütüphane! Geceli gündüzlü okurmuş büyük yazar... Yaşar Kemal masa tarafından koltuğa doğru geçiyor. Ben de yanı başındaki koltuğa siniyorum. Röportaj kitaplarını başucu kitabı yaptığım efsane yazar Yaşar Kemal ile karşı karşıyayım işte. Düşündüğüm gibi değil Yaşar Kemal. Sert mizaçlı sanırdım. Oysa sevecen mi sevecen, hoşsohbet ve babacan... Heyecanımı anlamış olacak ki, rahatlatmaya çalışıyor beni. Kısa bir sohbetin ardından kayıt cihazını açıyorum. Ama Yaşar Kemal "Gazetecilik yaparken yazarak çalıştım hep, her şey ezberimdeydi, sen de öyle yap," diyor. Röportaj yazarlığı açısından ilk dersimi alıyorum. Söyleşi esnasında gözüm, iki de bir duvardaki resimlere kayıyor. Yaşar Kemal de fark ediyor. "Bak şu Abidin Dino'nun resmi... Şu mavi renkli gemi resmini de ben yaptım!" "Ne güzel bir mavi gemi," diyorum. 

GAZETECİLİĞE İLK ADIM: Bir anıdan diğerine geçiyoruz, sohbet sohbeti açıyor; ama geliş amacım röportaj yazarlığı... Yaşar Kemal 12 yıl boyunca yaptığı röportajları anlatırken hâlâ o günleri yaşıyor: "Röportaj bir sanat, bir edebiyat türü, bir yaratma eylemidir. En az romanlarım kadar röportajlarıma emek verdim. Hatta romandan daha çok önem verdim; çünkü yeni bir şey yapıyordum ben. Avrupa bile konuşmadı bunu. Ben röportaj yaptıktan sonra Fransa'da 'Yaşar Kemal röportajı yeniden yarattı,' diyorlardı. Kitaplardakinden daha çok röportaj yazım var, ama ben de bilmiyorum neredeler." Diyarbakır'da röportajlarını yapıp mektupla gazeteye gönderirmiş. Yazıları yayımlandıktan sonra epey tanınır olmuş İstanbul'da. Aydınlar röportajlarından çok etkilenmiş. Anadolu'dan kopuk İstanbul'u, Anadolu gerçeğiyle tanıştırmış. 

RÖPORTAJIN: ÖNEMİ: Yaşar Kemal'in röportaj için söylediği bir söz aklıma geliyor: "Ben Vietnam Savaşı'nı ne haberlerden, ne de bilimsel araştırmalardan öğrenebildim, daha da ileri gidersem, televizyon filmlerinden de öğrenmedim, ancak Vietnam Savaşı üstüne birkaç röportaj okuyuncadır ki bu korkunç savaşın dehşetine varabildim." Bu sözü hatırlatıyorum. Üstat "Bize insan yaşamının ve doğanın gerçeğini en güzel veren bir daldır röportaj," diyerek röportajın önemine değiniyor. "Günümüzde artık röportajlar yok," diyorum. "Eskiden olduğu gibi çalışmıyor gazeteciler, okumuyorlar da... Şimdi röportaj adında söyleşiler var; o ayrı şey, röportaj ayrı," diye hayıflanıyor. Söyleşilere röportaj denmesine o da kızgın! 

GERÇEKLİKTEN ASLA AYRILMADIM: Röportajı bir edebiyat türü olarak görüyor Yaşar Kemal. Ama röportaj yazılarında en çok dikkat edilmesi gereken konunun da gerçeklik olduğunu anlatıyor: "Röportaj yazarı hiç yalan söylemeyecek! Gazeteden biri, bir Halep röportajım için 'Bir şeyler yap, bu yazı uzasın,' dedi. Ben de karşı çıktım. 'Ama seni kovarlar,' dedi. Ben de 'Hemen çıkayım,' dedim. Röportaj gerçek olandan ayrılmamalı ve gözleme dayanmalı... Gürüldeyen bir ateşe, 'A ne güzel!' diyemezsin. Onu tasvir etmek, betimlemek gerekir. O doğadan, o destanlardan, âşıklıktan gelen birikimle olan bir şey." 

RÖPORTAJLARIMA ROMANLARIM KADAR ÇALIŞTIM: Yaşar Kemal'e, 1951'de yayımlanan ve hâlâ referans olarak gösterilen, kaçakçıların yaşamını anlatan röportajını soruyorum. Kemal: "Orman!" diyor, "Orman!" ve bir röportaj yazarının konusunun üzerinde itinayla çalışması gerektiğini vurguluyor. "Röportaj için ön hazırlık önemli yani," diyorum. "Hiçbir zaman hazırlığımı yapmadan röportajlarımı yapmadım," diyor: "Kaçakçılar röportajımda bir kaçakçı gibi onlarla birlikte yaşadım. Ama hayatımda yazdığım en iyi röportajım Yanan Ormanlarda Elli Gün. O röportajı yazmak için İstanbul Üniversitesi'ndeki Orman Fakültesi'ne gittim; aylarca adam gibi çalıştım; ne kadar kitap varsa okudum. Müthiş bir orman kültürüm var. Bunu röportaj için yaptım ben." Yaşar Kemal için röportaj yazarı, aynı zamanda yaşama karşı sorumluluk hisseden kişi olmalı. Kendisi de röportajlarını kaleme alırken bu sorumluluğu hissetmiş. Bildiği ve yaşadığı konuları kaleme almış. Bilmediklerini yaşayarak öğrenmiş. Anlıyorum ki bir röportaj yazısı için yoğun emek gerek! Vakit ayırmadan, çalışmadan ve çalakalem yazılacak bir şey değil röportaj! 

GAZETECİ ISRARLI OLMALI: Yaşar Kemal'in ses getiren ve onu dünyaya tanıtan röportajları yapması, yani gazeteciliğe başlaması hiç kolay olmamış. Ustanın gazetecilik serüveni 1951'de başlıyor. Cumhuriyet gazetesine Nadir Nadi'yi görmeye gittiğinde kapı görevlisinin üç defa kendisini geri çevirdiğini hatırlatıyorum. "Ne üç defası," diye başlıyor anlatmaya: "Bir ay geri çevirdi beni. Her gidişimde 'Nadir Nadi yok!' deyip durdu. Sonunda 'Kardeşim, Nadir Nadi hiç gelmeyecek!' dedi. Elbise yok, para yok, kalacak yer yok! Kapı görevlisi kılık kıyafetimi beğenmemiş! O zamanlar Gülhane Parkı'nda yatıyordum." "Orada bir yeriniz varmış." "Evet, son paramı olta almaya harcamıştım, balık tutuyordum sahilde." Tuttuğu o balıklarla karnını doyurduğunu okumuştum, içimden 'Boğaz ne kadar bereketliymiş bir zamanlar,' diye geçiriyorum. Daldığımı anlıyor usta, "Çayını da içmedin, soğuyor," diyor. Bir an panikliyorum. "Yani gazeteci ısrarcı olacak, pes etmeyecek," diyorum. Usta da Nadir Nadi'ye ulaşmak için ne kadar ısrarcı olduğunu anlatarak "Evet," demeye getiriyor. Çünkü o, sonrasında Nadir Nadi'ye telefonla ulaşmayı denemiş defalarca en sonunda başarmış. Sonra da gazetede buluşmuşlar. Nadir Nadi'yle el sıkışmışlar. Sonrası malum; Diyarbakır'a gidip röportajlarını yazmaya başlıyor... "İlk röportaj..." diyorum. Sözümü kesiyor üstat. "Nadir Bey, 'Galatasaray'dan sınıf arkadaşım var Diyarbakır'da. Onu bulursan, sana yardım eder,' dedi. Benim hiç umurumda değil! Ben düşünüyorum. Bir röportaj ne demektir? Röportaj benim için sanattır." İlk röportajı için Diyarbakır'a gitmeden Ankara'da iniyor Yaşar Kemal. Bir anekdotu anlatıyor: "İlya Ehrenburg, Amerika'ya dünyaca ünlü bir gazeteye röportajlar yazmak için gidiyor. O devirde Amerika'da yazacak hiçbir şey yok! Ama afişler var. İlya, 'Amerika'nın her şeyi afişlerin içinde,' demiş, yazmaya başlamış. Büyük olay olmuş. Arif Dino 'Gazetecilik yaparsan bunu yap oğlum!' dedi bana." 

SEDAT SİMAVİ VE ABDİ İPEKÇİ'Yİ REDDETTİM: Yaşar Kemal'in röportaj yazarlığı dilden dile yayılırken, gazetelerin 'Bizle çalış,' tekliflerininde ardı arkası kesilmiyormuş. O kadar önemliymiş yani... Gazeteler ustayı transfer etmek için ellerinden geleni yapmış. Yaşar Kemal, teklifleri nasıl geri çevirdiğini anlatıyor: "Hürriyet'e yemeğe çağrıldık. Hikmet Ağabey (Feridun Es) Sedat Simavi'ye beni tanıştırınca Sedat Simavi 'Röportajı sen yarattın bu memlekette, röportajı Türkiye'ye sen getirdin,' dedi. Birden bire 'Sen ne kadar maaş alıyorsun?' diye sordu. 'Niye soruyorsunuz?' dedim. Başyazarını çağırtıp ona sordu: 'Sen ne kadar alıyorsun?' O da '350 lira alıyorum,' dedi. Sonra bana tekrar sordu: 'Peki, sen ne alıyorsun?'. '90 lira alıyorum,' dedim. 'Bak, oğlum Milliyet gazetesi çıktı. Orada bir karikatürist 1000 lira alıyor. İlk defa Babıali'de 1000 lira alan bir adam var. Gel benim gazeteme. Sana ayda 1000 lira! 2 bin lira da olur,' dedi. Düşündüm, durdum ve 'Ben kabul edemeyeceğim,' dedim. 'Niye kabul edemeyeceksin?' dedi. 'Edemeyeceğim efendim,' dedim. 'Çünkü bana şöhreti Cumhuriyet gazetesi verdi. Ben size daha tanınmadan önce gelmiştim. Siz 'Sadece ünlü gazetecileri alırım, şöhret olmayan adamı alamam,' dediniz. Daha sonra çok yakın arkadaşım Abdi İpekçi de teklif etti. Yine de Cumhuriyet'ten gitmedim." 

AYRILIŞ: Heyecanlıydım, ilk geldiğimde ama şimdi çok mutluyum. Bir şeyler öğrenmenin ve hem de bunu Yaşar Kemal'den öğrenmenin mutluluğu. Teşekkür ediyorum, iznini istiyorum. Yaşar Kemal, "Dur! Nereye? Sana kitap vereceğim," diyor. Kitaplarını, romanını yazdığı masada imzalıyor. Elimden tutup kapıya kadar uğurluyor beni. Dış kapının önünde duvarda asılı bir fotoğrafı gösterip uzun uzun bakıyor. "Bak! İşte bu benim baba ocağının olduğu yer." Gözleri dolu dolu, hüzünleniyor. Üstadın yanından ayrılırken düşünüyorum. Sahi neden röportaj unutuldu? İhtiyacımız olmadığından mı? Oysa öylesine var ki! Ez cümle, röportaj sadece ne kitaplarda kalmalı ne de tez konusu olmalı, gazetelerde de kendine yer bulmalı. Çünkü insan yaşamına dokunmanın bir güzelliği o. 

OKUMA MESELESİ"Röportaj yapmaya çalışan bir gazeteciye ne önerirsiniz?" "Dinle, bak! Okumak meselesi, anladın mı? Çırak olmadan romancı olamazsın. Benim ustalarım Stendhal, Tolstoy... Onları okumadan bir roman yazmadım şimdiye kadar. Bu yaşta bile çok severek okuyorum ikisini..." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder